“Kendimizi anlamaya nereden başlayacağız? İşte buradayım ve kendimi nasıl inceleyeceğim, gözlemleyeceğim, içimde gerçekte neler olup bittiğini nasıl göreceğim? Kendimi yalnızca ilişkiler içinde gözlemleyebilirim çünkü tüm yaşam ilişkidir. Tek başıma var olamam. Ben yalnızca insanlarla, nesnelerle ve fikirlerle ilişki içinde varım ve hem dışsal şeylerle ve insanlarla, hem de içsel şeylerle olan ilişkimi incelerken kendimi anlamaya başlarım. Diğer tüm anlama biçimleri yalnızca bir soyutlamadır ve kendimi soyutlama içinde inceleyemem; soyut bir varlık değilim; bu yüzden kendimi gerçek durumda incelemem gerekiyor.”
-Krishnamurti
Kendimizi anlamanın anahtarı ilişkilerimizi incelemektir; çünkü "tüm yaşam ilişkidir." İlişkilenmek, insanın hem dış dünyadaki varlıklarla hem de iç dünyasındaki düşünceler, duygular ve hislerle kurduğu etkileşim ve bağları ifade eder. Bizler hiçbir zaman izole varlıklar degiliz; sürekli olarak etrafımızdaki her şeyle – insanlar, nesneler, fikirler ve kendi içsel düşüncelerimiz ve duygularımızla – ilişki içindeyiz. İnsan, doğası gereği ilişkisel bir varlık olduğu için, hayatındaki her şeyle sürekli bir ilişkilenme halindedir. Bu, kişilerin birbirleriyle etkileşimde bulunması, olaylara, nesnelere ve kendi iç dünyalarına verdikleri cevaplarla kendini gösterir. İlişkilenmek sadece başkalarıyla etkileşim kurmayı değil, aynı zamanda çevreyle, fikirlerle ve kişinin kendi içsel dünyasıyla kurduğu bağı da kapsar. İlişkilenme sürecinde birey kendini anlamaya, diğerlerini tanımaya ve yaşamı deneyimlemeye başlar. Nasıl etkileşim kurduğumuzu gözlemleyerek, kendi davranışlarımız, motivasyonlarımız ve daha derin kalıplarımız hakkında farkındalık kazanırız.
Krishnamurti, kendimizi anlamanın hem dış ilişkilerimizi (insanlar ve nesnelerle) hem de içsel ilişkilerimizi (duygularımız, düşüncelerimiz ve iç dünyamız) incelemeyi gerektirdiğini belirtir. Çevremize nasıl cevap verdiğimizi, aynı zamanda kendi içsel deneyimlerimizle nasıl ilişki kurduğumuzu dikkatle gözlemleyerek, kendimizi çözmeye başlarız. İnsan olmanın günlük eylemlerini, düşüncelerini, duygularını ve ilişkilerini saf bir şekilde gözlemleyerek kendimizi gerçekten anlayabiliriz. Bu yaklaşım, dikkat, dürüstlük ve yargılardan ya da koşullanmalardan arınmış bir şekilde şeyleri olduğu gibi görme isteği gerektirir. Bu, tamamen şimdiki an içinde neyin olup bittiğini içimizde ve dışımızda fark etmekle ilgilidir. Ön yargıların filtresi olmadan doğrudan gözlem yapmak, kendimiz hakkında saf ve gerçek bir öğrenme biçimine izin verir.
Krishnamurti, gerçek anlamda kendini anlamanın düşünce veya teori ile gelmediğini, bunun yaşamla doğrudan ve anbean etkileşim yoluyla ortaya çıktığını vurgular. "Tüm yaşam ilişkidir" sözü, varoluşun her anının ilişkisel olduğunu ifade eder – bunun farkında olalım ya da olmayalım.
Kendimizi entelektüel ya da teorik yollardan anlamak sınırlıdır. Kendimiz hakkında deneyimden kopuk bir anlayış – örneğin, kendimizi kavramlar ya da genellemeler üzerinden düşünmek – bize gerçek içgörü kazandırmaz. "Soyut bir varlık" olmadığımız için, kendimizi soyutlamalar ya da ideolojiler üzerinden incelemeye çalışmak eksik ya da çarpık anlayışlara yol açar. Krishnamurti, kendini incelemenin "gerçeklikte" kök salması gerektiğini ifade eder, yani insan olmanın somut, yaşanmış deneyiminde. Ve kendimizi soyut kavramlar ve teorilerle anlamaktan öte, yaşamın akışında deneyimlememizi önerir. Bu yolla, anlama süreci entelektüel bir sonuç değil, deneyimsel ve dinamik bir süreç haline gelir. Krishnamurti'nin bakış açısı, kendini tanımanın hayatın sürekli olarak gelişen bir parçası olduğunu ve yaşamın akışında kendimizle temas halinde olmamızı gerektirdiğini ifade eder.
Çok güzelll